GİRİŞ

           Hz. İsa, diğer tüm peygamberler gibi Allah'ın insanları doğru yola çağırmakla görevlendirdiği seçkin bir kuludur. Ancak Hz. İsa'yı diğer peygamberlerden ayıran, Rabbimiz'in takdir etmiş olduğu bazı özellikler vardır. Bunlardan en önemlisi onun halen ölmemiş, Allah Katına yükseltilmiş ve yeryüzüne tekrar geri dönecek olmasıdır.
Birçok kimsenin sandığının aksine Hz. İsa çarmıha gerilip öldürülmemiş, başka bir sebeple de ölmemiştir. Kuran'da "onu asamadıkları ve öldüremedikleri" kesin bir şekilde bildirilir ve Allah'ın onu Kendi Katına yükselttiği haber verilir. Bunların yanı sıra, Kuran'da Hz. İsa hakkında öyle bilgiler verilir ki, bunlar tarihte henüz gerçekleşmemiştir ve bu olayların gerçekleşmesi ancak Hz. İsa'nın yeryüzüne geri dönmesi ile mümkün olacaktır. Kuran'da haber verilen olayların gerçekleşeceğinden ise hiçbir kuşku yoktur.

          Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav)'in pek çok sahih (güvenilir) hadisinde de, Hz. İsa'nın Allah Katında diri olduğu, yeniden yeryüzüne döneceği, ikinci kez geldiğinde Kuran ile hükmedeceği, Hıristiyan aleminin İslam'a yönelmesine vesile olacağı ve Hz. Mehdi ile birlikte İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacağı haber verilmiştir. Büyük İslam alimleri de Hz. İsa'nın ölmediği ve yeniden yeryüzüne geleceği konusunda hemfikirdirler.
Buna rağmen bazı insanlar Hz. İsa'nın geçmişte "bir şekilde" öldüğünü ve bir daha yeryüzüne geri dönmeyeceğini sanmaktadır. Bu inanç, Kuran'ı ve hadisleri tam bilmemekten kaynaklanan önemli bir yanılgıdır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa'nın gönderileceği dönem olan "ahir zaman"da tüm yeryüzünün barış, adalet, huzur ve refahla dolacağı haber verilmiştir.

             "Ahir zaman" ifadesi anlam olarak son dönem, son zaman demektir. İslam'a göre ahir zaman kavramı kıyamete yakın bir zamanda, Kuran ahlakının üstün olacağı, insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı bir dönemi ifade eder. İnsanların hayalinde her zaman için daha güzele, daha iyiye yönelik bir özlem bulunmaktadır. Daha güzel bir manzara, daha güzel yiyecekler, toplumsal sorunların yaşanmadığı huzurla dolu bir hayat, bolluk, güzellik…
İşte ahir zaman da tüm bu "daha iyi", "daha güzel" kavramlarını içinde barındıran bir çağı ifade eder. Ahir zaman, sıkıntının yerini bolluğun ve bereketin, adaletsizliğin yerini adaletin, ahlaksızlığın yerini güzel ahlakın, kargaşanın yerini barış ve huzurun aldığı ve tüm inanan kulların yıllardır özlemini duyduğu, İslam ahlakının yaşandığı kutlu bir dönemdir.
Bu kitapta Hz. İsa'nın ölmediğinin, Allah Katına yükseldiğinin ve ahir zamanda yeryüzüne yeniden gönderileceğinin delillerini Kuran ayetleri, hadisler ve İslam alimlerinin yorumları ışığında inceleyeceğiz. Ancak daha önce bu konuyla doğrudan ilgili bazı temel bilgileri hatırlamakta fayda var.
DİN ALLAH KATINDA İSLAM'DIR

Tarih boyunca çeşitli kavimlere peygamberler gönderilmiştir. Allah'ın elçileri, gönderildikleri kavimleri doğru yola davet etmişler ve onlara hak dini tebliğ etmişlerdir. Bazı insanlar ise, geçmişte elçilerle beraber birbirinden farklı birçok dinin gönderildiğini düşünmektedirler. Oysa bu son derece yanlış bir düşüncedir. Çünkü Allah'ın farklı dönemlerde farklı kavimlere gönderdiği din aslında tektir. Örneğin Hz. İsa'ya vahyedilen dinle, ondan önceki dinin bazı yasakları kaldırılmıştır. Ama temelde Allah'ın gönderdiği dinler arasında çok büyük farklılıklar yoktur. Geçmiş peygamberlere gönderilen de, Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya vahyedilen de ve son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e indirilen de Allah Katında hak olan tek dindir. Bu gerçeği haber veren ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olmuşlarız." Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 84-85)
Ayette bildirildiği gibi Allah'ın insanlara gönderdiği hak din İslam'dır. Kuran ayetlerinde bildirildiği gibi, tüm peygamberler ortak bir dini kavimlerine tebliğ etmişlerdir. Bir başka ayette ise "... size din olarak İslam'ı seçip-beğendim..." (Maide Suresi, 3) buyrulmaktadır. Allah Kendi Katında seçip beğendiği bu dini zaman içinde tüm kavimlere göndermiş ve elçileri aracılığıyla tüm insanları uyarmıştır. Hak dinin tebliğ edildiği her insan, Allah'ın elçileri aracılığıyla davet ettiği bu dine uymakla yükümlü tutulmuştur. Ancak kendilerine hak dini tebliğ eden elçiler geldiğinde bazı kavimler onlara uymuş, bazıları ise inkar etmişlerdir. Bir kısmı da peygamberin ölümünden bir süre sonra dejenerasyon yaşamış ve hak dini terk ederek birtakım sapkın inançlara yönelmişlerdir. Bu gerçek Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 19)
Hak dinden kopup uzaklaştığı bildirilen kavimlerden biri de bazı İsrailoğullları'dır. Allah, İsrailoğulları'na birçok peygamber göndermiş ve peygamberleri onlara hak dini tebliğ etmiştir. Ancak içlerinden bazıları her seferinde peygambere baş kaldırmış veya peygamberin vefatının ardından hak dini bozup, sapkın bir inanca dönüştürmüşlerdir. Hatta Kuran'da Hz. Musa henüz hayattayken, aralarından kısa bir süreliğine ayrıldığında dahi, İsrailoğulları'nın bir kısmının putlara tapmaya yöneldikleri haber verilmiştir. (Taha Suresi, 83-94) Hz. Musa'nın ardından da hak dinden uzaklaşıp sapkın bir yola giren İsrailoğulları'nı uyarıp korkutması için Allah, çeşitli peygamberler göndermiştir. Bunlardan birisi de Hz. İsa'dır.
Hz. İsa, yaşamı boyunca İsrailoğulları'nı ve içinde bulunduğu toplumu, Allah'ın indirdiği dinin aslını yaşamaya ve samimi birer kul olmaya çağırmıştır. Onlara, tahrif edilmiş olan Tevrat'ın gerçek hükümlerini doğrulayan İncil'i öğretmiştir. Hak dini elleriyle yazıp bozmuş bazı hahamların, kalıplaşmış ve tekdüzeleşmiş batıl öğretilerini eleştirmiştir. Bazılarının çıkar elde etmek için dine dahil ettikleri yanlış kuralları ortadan kaldırmıştır. Tüm insanları Allah'ın birliğine, samimiyete ve güzel ahlakı yaşamaya çağırmıştır. Bu gerçeği Allah bize Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. (Al-i İmran Suresi, 50)
Ancak Hz. İsa'nın dünyadan ayrılmasından bir müddet sonra, bu kez onu kabul eden İsevilerin bir kısmı dinlerini bozmaya başlamış ve putperest birtakım inançlardan etkilenerek gerçek İncil'de yer almadığı halde, "teslis" (Baba, oğul ve kutsal ruh) (Allah'ı tenzih ederiz) sapkınlığını ortaya atmış, "Hıristiyanlık" adı altında, bambaşka bir din yaşamaya başlamışlardır. Her ne kadar içinde hak dinin korunmuş bazı inanç ve uygulamaları bulunsa da, Hz. İsa'ya vahyedilmiş olan din, kendisinin ardından bazı kimseler tarafından tahrif edilmiştir. Bugün elimize ulaşabilen İnciller ise, Hz. İsa'dan çok uzun seneler sonra kimliği belirsiz kişiler tarafından yazılmış ve sonraki dönemlerde yaşamış olan tarihçiler tarafından toparlanmıştır. Dolayısıyla Hıristiyanlık, Allah'ın Hz. İsa'ya indirdiği hak dinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır.

Allah, Hz. İsa'nın ardından hak dini yeniden tüm dünyaya tebliğ etmesi için, başka bir kavim içinden bir peygamber göndermiş ve ona kıyamete kadar hiçbir şekilde bozulmayacağını vaat ettiği hak kitabı indirmiştir. Allah'ın insanlar için seçip beğendiği dini yeryüzüne tebliğ etmek için gönderdiği bu son peygamber Hz. Muhammed (sav), ona vahyettiği kitap ise Kuran'dır. Kuran tüm insanlığa gönderilmiş, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm ülkelerdeki insanların sorumlu olduğu ve hesap günü sorguya çekilecekleri kitaptır. Özellikle günümüzde gelişen teknoloji ile tüm dünya ülkeleri birleşmiş ve bir anlamda tek kavim halini almışlardır. Bu yüzden bugün dünya üzerinde Kuran'ın varlığından haberdar olmayan, onunla bildirilen İslam'ı tanımayan insan yok gibidir. Ancak tüm bunlara rağmen insanların yalnızca belli bir kısmı Kuran'a iman etmektedir.

İşte Hristiyanların içinde bulunduğu bu çelişkili durumun düzeltilmesi için, Hz. İsa'nın dünyaya bir kez daha gelmesi ve insanları hak kitap olan Kuran'a çağırması Kuran-ı Kerim'de haber verilen, hadislerde detaylı olarak bildirilen bir müjdedir. Hz. İsa, ilerleyen bölümlerde de görüleceği gibi, Allah Katına ölmeden yükseltilmiştir. Ve bir zaman sonra tekrar gelerek, hadislerde tarif edildiği gibi Hz. Mehdi'yle birlikte, İslam ahlakını yeryüzüne hakim edecektir. Tüm Hıristiyan ve Müslüman alemi, yüzyıllardır bu kutlu misafiri en güzel şekilde karşılamak ve onun üstün ahlakına layık olabilmek için hazırlık yapmaktadır.
ZORLUK İÇİNDE OLAN KAVİMLERİN "KURTARICI"
İSTEMELERİ
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Kuran'da bildirilen kıssalarda, Allah'ın elçi gönderdiği bölgelerde, elçinin gelişinden önce toplumsal ve ahlaki açıdan büyük bir çöküntü yaşandığı anlatılmaktadır. Elçinin gelişiyle birlikte ise, ona itaat edip uyan insanlar din ahlakını yaşamanın getirdiği bolluk, bereket ve huzuru yaşarlarken, elçiden sonraki dönemlerde insanların bir kısmı gittikçe din ahlakından uzaklaşarak inkara yönelmişlerdir. Allah'tan başka ilahlar edinerek kendilerine zulmetmişlerdir.
Allah, Meryem Suresi'nde elçilerin Allah'a olan bağlılıklarını, samimiyetlerini ve ihlaslarını örnek gösterdikten sonra, onlardan sonra gelen bazı toplulukların bu inançlarını tamamen kaybettiklerini haber verir. Bu insanlar şehvetlerine kapılmış ve ahlaki esaslara olan duyarlılıklarını kaybetmişlerdir. Bu kişilerle ilgili olarak ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)un soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah')ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar. Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. (Meryem Suresi, 58-59)

Allah Kendi dininden uzaklaşan, neden yaratıldıklarını, kendilerini Yaratan'a karşı olan sorumluluklarını hiç düşünmeyen bu insanları çeşitli felaketlerle uyarmıştır. Bu yaptıklarının karşılığı olarak onlara olan nimetini değiştirmiş, "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124) ayeti gereği sıkıntılı ve zorlu bir hayat vermiştir.

Allah "sıkıntılı geçim"i, imanlarından sonra küfre sapan bu halklara çok farklı şekillerde yaşatmıştır. Mallarda ve ürünlerde yaşanan bir kıtlık, bereketsizlik, ahlaki dejenerasyon ve çöküntünün getirdiği manevi sıkıntı, siyasi istikrarsızlıktan doğan ekonomik ve toplumsal sorunlar bunlardan sadece birkaçıdır.

Bu toplumlar din ahlakına uygun olmayan sistemler yüzünden de, türlü baskı ve eziyetlere maruz kalmışlardır. Kuran'da bu tür adaletsiz zulüm sistemine örnek verilen dönemlerden biri Firavun dönemidir. Firavun çok ihtişamlı bir zenginlik ve bolluk içinde yaşarken, halkına çok büyük eziyetler yapmış, bozgunculuk çıkarmıştır. Bu durum bir ayette şöyle haber verilir:
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)
Ekonomik ve toplumsal sorunların yaşandığı, adaletsiz bir yönetimin hakim olduğu bu tip dönemlerde, insanlar her zaman için bir kurtarıcının ihtiyacını duyarlar. Bu kurtarıcı, içinde yaşadıkları mevcut sistemin olumsuz yönlerini düzeltecek, adaleti, barışı, güvenliği sağlayacak ve kendilerini doğru yola çıkaracaktır.

İsrailoğulları da Hz. Musa'dan sonra aynı zorluklarla, zalim yöneticilerle karşı karşıya kalmış, çok büyük zulümler görmüşlerdir. Yurtlarından çıkarılmış, evlerinden sürülmüş ve içinde bulundukları bu durumdan kendilerini ne şirk koştukları ilahlarının ne mallarının ne de atalarının kurtaramayacaklarını anlamışlardır. Bunun sonucunda da Allah'tan bu zalim yönetime karşı mücadele etmek için bir yönetici istemişlerdir.

"Allah'ın Kanununda Kesinlikle Bir Değişiklik Bulamazsın"

Kuran'da tarif edilen geçmiş kavimlere ait kıssalarda dikkat çeken hususlardan biri de, her kavmin başına gelenlerin birbirine büyük ölçüde benzer olduğudur. İnsanların yaşayışları, içinde bulundukları durum, uyarıcı olarak elçilerin gönderilmesi ve sonunda da bazılarının helak olması benzer şekilde gelişmiştir.

Günümüz toplumlarında da çok hızlı bir bozulma, yozlaşma ve dejenerasyon yaşanmaktadır. Fakirlik, sefalet, zulüm ortamı içindeki insanlar, güzel ahlakın yaşandığı, huzurlu bir hayatın özlemi içindedirler. Mevcut sistemin, ancak bu ahlakla bütünleştiği zaman adalet sağlayabileceği, bozuklukların ancak bu ahlaka sahip kişiler tarafından düzeltilebileceği artık açıkça gözükmektedir.

Nitekim Allah önceki kavimlere de, aynı sosyal çöküntü sonrasında kurtarıcılar göndermiş ve sıkıntının ardından çok büyük bir bolluk, bereket ve zenginlik vermiştir. Allah korkup sakınan toplumlara bolluk ve bereket vereceğine bir ayetinde şöyle işaret etmektedir:
Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)
Ayetlerde haber verildiği gibi, barışın, huzurun, bolluğun ve bereketin tek yolu, İslam ahlakının yaşanmasıdır. Bu, geçmiş kavimlerde bu şekilde olmuştur, bundan sonraki kavimlerde de bu şekilde olacaktır. İslam ahlakının olmadığı yerde, adaletin, güvenliğin, istikrarın gerçek anlamda hakim olması imkansızdır. Bu, Allah'ın bir kanunudur. Allah'ın kanunlarında hiçbir değişiklik olmadığı ise Kuran'da şöyle haber verilir:
"... Ancak onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde, nefretlerinden başkasını arttırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın." (Fatır Suresi, 42-43)
Kuran'a Göre İslam Ahlakının Yaşanması

Önceki bölümde ifade ettiğimiz gibi Kuran ayetlerinde, geçmiş kavimlerde yaşanan dejenerasyon, sapkınlık ve ahlaki çöküş sonrası Allah'ın o kavme bir 'kurtarıcı' gönderdiği haber verilmektedir. Bu kurtarıcı, insanları, Allah'a şirk koşmadan iman etmeye ve korkup sakınmaya yöneltir. Kavimlerin inkarda direnmesi üzerine, bu kez de onları azapla uyarır. Bu uyarıp korkutma olmadan Allah hiçbir kavmi yıkıma uğratmayacağını Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)
İçinde bulunduğumuz dönem, her türlü yozlaşmanın hakim olduğu maddi ve manevi bozulmanın arttığı, sapkınlığın yaşandığı, siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir istikrarsızlığın hüküm sürdüğü, zenginle fakir arasında çok büyük uçurumların açıldığı bir dönemdir. Tüm bu olaylar, çok yakın gelecekte önemli gelişmelerin yaşanacağına işaret etmektedir. Allah'ın izniyle tüm bu sıkıntıların ardından, Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi'nin zuhur edişiyle İslam ahlakı tüm dünyada mutlaka yaşanacak, hak din diğer batıl dinlere üstün gelecektir.

Allah Tevbe Suresi'nde inanan kullarını bu gerçekle şöyle müjdelemektedir:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)
Allah Nur Suresi'nde de, şirk koşmadan, katıksız bir biçimde Kendisi'ne kulluk eden ve "salih amel" işleyen (O'nun hükümlerini koruyan, yolunda çaba harcayan) müminlerin, kendilerinden öncekiler gibi yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olacağını şöyle haber vermektedir:
Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vaad etmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Burada önemli bir nokta vardır: Yukarıdaki ayette yeryüzünde din ahlakının yayılmasının şartı bildirilmektedir; şirk koşmadan yalnızca Allah'a kulluk eden ve O'nun yolunda salih amelde bulunan müminlerin varlığı.

Buraya kadar anlatılan konulardan çıkan sonuç şudur: Allah her dönemde zulme karşı yardım isteyen kullarına icabet etmiştir. Geçmişte olduğu gibi, günümüzdeki -ve gelecekteki insanları- dinsizliğin zulmünden kurtarıp, onlara İslam ahlakını yaşamanın güzelliklerinin sunulacağı bir ortam yaşanacaktır.

Özellikle İslam aleminin içine düştüğü sıkıntılardan kurtulması da Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği üzere pek yakındır. Elbette bunun için Allah'ın her dönemde olduğu gibi, bir kurtarıcı göndereceği umulmaktadır. İşte içinde bulunduğumuz dönemde insanları "karanlıklardan nura" çıkaracak olan bu kurtarıcı, İslam ahlakıdır. Bu üstün ahlakın yaşanmasına vesile olacak olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi de, Allah'ı inkar eden fikir sistemlerini fikren mağlup edecek ve çarpık din anlayışlarını geçersiz kılacaklardır.

Kısacası Allah her kavme yardım ettiği gibi, bundan sonra da yeryüzündeki insanlara yardım edecektir. Allah ihlasla ve samimiyetle Kendisi'ne yönelen kullarına bunu vaat etmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir. (Hac Suresi, 40-41)
KURAN'DA MERYEM OĞLU İSA MESİH

Kitabın bu bölümündeki amaç, Hz. İsa'nın geçmişteki hayatına ve yeniden yeryüzüne döneceğine ilişkin tüm detayları, en güvenilir kaynaktan aktarmaktır. Bu kaynak, elbetteki hiçbir bozulmaya ve değişmeye uğramamış olan ve Allah'ın "...O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur..." (Enam Suresi, 115) şeklinde ifade ettiği Kuran ve sahih hadislerdir. Doğumundan Allah Katına yükselişine, yeryüzüne tekrar dönüşünden gerçek ölümüne kadar Hz. İsa'nın hayatının pek çok aşaması Kuran'da açıklanmıştır.

Hz. İsa bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış, Allah'ın dünyada ve ahirette seçkin kıldığı bir elçisidir. Ona vahyedilen hak din bugün ismen yeryüzünde bulunsa da, gerçekte birçok bozulmaya uğramış ve aslından saptırılmıştır. Allah'tan vahiy yoluyla aldığı hak kitap da aynı şekilde aslından uzaklaştırılmıştır. Hıristiyan kaynakları çeşitli bozulmalara uğramış ve tahrif edilmiştir. Dolayısıyla bugün Hz. İsa ile ilgili gerçek bilgileri bu kaynaklardan temin etmemiz mümkün değildir.
Hz. İsa hakkında doğruluğu kesin bilgiye ulaşabileceğimiz yegane kaynak, Allah'ın kıyamete kadar koruyacağını vaat ettiği Kuran ve hadis-i şeriflerdir. Kuran'da, Hz. İsa'nın doğumu, hayatı, hayatı süresince karşılaştığı olaylardan örnekler, çevresindeki insanların durumu ve daha birçok konudan bahsedilmiştir. Hatta Hz. İsa'nın dünyaya gelişinden önce annesi Hz. Meryem'in nasıl bir yaşantısı olduğu, nasıl mucizevi şekilde hamile kaldığı, nasıl doğum yaptığı ve bu durum karşısında nasıl imtihan olduğu gibi pek çok konu da yine ayetlerle bildirilmiştir. Dahası Kuran'da, Hz. İsa'nın ahir zamanda ikinci kez dünyaya geleceğine işaret eden ayetler de bulunmaktadır. Bu bölümde, Hz. İsa hakkında Kuran'da yer alan bilgileri aktaracağız.

Hz. Meryem'in Doğumu ve Yetişmesi

Hz. İsa'yı dünyaya getirmek üzere seçilmiş olan Hz. Meryem, karışıklıkların hüküm sürdüğü bir dönemde dünyaya gelmişti. Allah Hz. Meryem'i bu kutlu görev için özel olarak seçmiş ve yetiştirmişti. Hz. Meryem, Allah'ın alemler üzerine seçip üstün kılmış olduğu bir soydan, İmran ailesinden geliyordu.

İmran ailesi, Allah'a gönülden iman eden, her işlerinde O'na yönelip dönen ve O'nun koyduğu sınırları titizlikle koruyan, çevrelerinde de bu üstün özellikleriyle tanınan bir aileydi. İmran'ın eşi, Hz. Meryem'e hamile kaldığını öğrendiği zaman, hemen Allah'a yönelip dua etmiş ve doğuracağı çocuğu Allah'a adamıştı. Bu konu Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Hani İmran'ın karısı: "Rabbim karnımda olanı 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti. Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım." (Al-i İmran Suresi, 35-36)
Hz. Meryem dünyaya geldiğinde, İmran'ın eşinin tavrı yine Allah'ı razı etmeye yönelik oldu. Hem Hz. Meryem'i, hem de onun mübarek soyunu şeytanın şerrinden koruması için Allah'a yöneldi. Allah, İmran'ın eşinin kendisine karşı bu samimi yönelişini kabul etti ve duasına karşılık olarak, doğurduğu çocuğu çok üstün bir ahlak ile ahlaklandırdı. Kuran'da, Hz. Meryem'in, Allah'ın koruması altında ne kadar özenle ve incelikle yetiştirildiği, "Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı..." (Al-i İmran Suresi, 37) ayetiyle haber verilmiştir.

Hz. Zekeriya, Hz. Meryem'e verdiği eğitim sırasında, onun diğer insanlardan daha üstün olarak yaratılmış olduğunu farketmişti. Çünkü Allah Hz. Meryem'e, Kendi fazlından pek çok nimet vermişti. Kuran'da bu konu şöyle anlatılmıştır:
... Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse yanında bir yiyecek buldu: "Meryem bu sana nereden geldi?" deyince "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. (Al-i İmran Suresi, 37)
Allah, İmran ailesini alemlere üstün kıldığı gibi, bu aileye mensup olan Hz. Meryem'i de seçmiş, özel bir eğitime tabi tutarak arındırmış ve onu tüm alemlerin kadınlarına üstün kılmıştır. Kuran'da onun bu üstünlüğü şöyle bildirilir:
Hani melekler: "Meryem şüphesiz Allah seni seçti seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı" demişti. Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Al-i İmran Suresi, 42-43)
Hz. Meryem, yaşadığı toplum içerisinde, hem ailesinin hem de kendisinin Allah'a karşı olan bağlılığı ve samimiyetiyle tanınan bir kişi olmuştu. En iyi bilinen özelliklerinden biri ise, "ırzını korumuş olması", yani iffetiydi. Bu konu Tahrim Suresi'nde şu şekilde haber verilmektedir:
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 12)
Hz. İsa'nın Babasız Dünyaya Gelişi

Rabbimiz'in Hz. İsa'da tecelli ettirdiği en büyük mucizelerden biri, Hz. Meryem'in ona hamile kalma şeklidir. Kuran'da bu 
konuyla ilgili pek çok detay verilmektedir. Meryem Suresi'nde Cebrail'in Hz. Meryem'e görünmesi şu şekilde bildirilmektedir:
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. (Meryem Suresi, 16-17)
Yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi, Hz. Meryem, hayatının bir aşamasında doğu tarafında bir yere çekilmiş ve yaşamının bir bölümünü burada geçirmiştir. Cebrail ona bu dönemde düzgün bir insan şeklinde görünmüştür. Ayetlerde dikkat çekilen bir diğer önemli konu ise Hz. Meryem'in iffetli tavrı ve güçlü Allah korkusudur. Hz. Meryem'in Cebrail'i gördüğünde söylediği ilk sözler şu şekildedir:
Demişti ki: "Gerçekten ben senden Rahman (olan Allah)'a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)." (Meryem Suresi, 18)
Cebrail Hz. Meryem'e kendisini tanıtmış ve sadece Allah'ın görevlendirdiği bir elçi olduğunu ve ona Allah'tan bir müjde ile geldiğini bildirmiştir. Ayetlerde Cebrail'in verdiği cevap şu şekilde bildirilir:
Demişti ki: "Ben yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)." (Meryem Suresi, 19)
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır." (Al-i İmran Suresi, 45)
Bu önemli müjdeyi alan Hz. Meryem, kendisine bir başka insan dokunmadığı halde nasıl bir çocuğu olabileceğini anlamak için Cebrail'e şu soruyu sormuştur:
O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. Böylelikle ona gebe kaldı sonra onunla ıssız bir yere çekildi. (Meryem Suresi, 20- 22)
"Rabbim bana bir beşer dokunmamışken nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) "Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse yalnızca ona "Ol" der o da hemen oluverir." (Al-i İmran Suresi, 47)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, Cebrail Hz. Meryem'e hamile kaldığını müjdelemiş ve "Allah'ın 'Ol' demesiyle bunun hemen oluvereceğini" haber vermiştir. Hz. Meryem'e hiçbir insan eli değmemiştir, yani Hz. İsa dünya hayatındaki sebeplerden bağımsız olarak bir babası olmadan dünyaya gelmiştir. Bu, Allah'ın bir lütfu olarak, Hz. İsa'nın tüm hayatı boyunca yaşadığı ve dünyaya ikinci kez gelişiyle yaşayacağı mucizelerden sadece bir tanesidir.

Cebrail'in kendisine hamile kaldığını müjdelemesinden sonra Hz. Meryem, ıssız bir bölgeye çekilmiştir. Allah bu dönemde de Hz. Meryem'i her yönden desteklemiş, Kendi koruması altına almıştır. Bir insanın hamilelik dönemi boyunca hem psikolojik, hem de fiziksel açıdan ihtiyacı olabilecek her türlü destek ve imkanı Allah onun için yaratmıştır. Onu ıssız bir bölgeye yerleştirerek, bu mucizeyi kavrayamayacak insanların maddi ve manevi açıdan verebilecekleri her türlü rahatsızlığı da önlemiştir.

Hz. İsa'nın Allah Katından Bir Kelime Olması

Allah, Kuran'da -Rabbimiz'in takdiriyle- Hz. İsa'nın doğumundan ölümüne kadar her konuda, diğer insanlardan büyük farklılıklar gösterdiğine dikkat çekmiştir. Herşeyden önce Hz. İsa, bilinen sebeplerin dışında bir yaratılışla doğmuş ve babasız olarak dünyaya gelmiştir. Allah, Hz. İsa doğmadan önce, birçok özelliğini ve insanlar için bir Mesih olarak gönderildiğini melekleri aracılığıyla annesi Hz. Meryem'e bildirmiştir. Hz. İsa'nın bu seçkin özelliklerinden biri, "Allah'ın bir kelimesi" olmasıdır.
... Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur.... (Nisa Suresi, 171)
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 45)
Kuran'da "Allah'ın kelimesi" ifadesi yalnızca Hz. İsa için kullanılmıştır. Allah, Hz. İsa henüz dünyaya gelmeden onun ismini bildirmiştir. Allah Kendinden bir kelime olarak Hz. İsa'ya "İsa Mesih" ismini vermiştir. Bu, Hz. İsa'nın diğer insanlardan daha farklı bir yaratılışla yaratıldığının en açık ifadelerinden biridir.

Nitekim, doğumu gibi, yaşamı boyunca Allah'ın lütfuyla gösterdiği mucizeler ve ölmeden Allah Katına yükselişi de, onun bu farklılığını ortaya koymaktadır.

Hz. İsa'nın Doğumu

Bilindiği gibi doğum, hem çok zor, hem de çok iyi bakım gerektiren bir olaydır. Tıbbi bakım imkanı, tecrübeli bir yardımcısı olmayan kişinin, böylesine hayati bir olayda yalnız başına başarılı olabilmesi çok zordur. Ancak bu konuda hiçbir tecrübesi olmayan Hz. Meryem, Allah'a olan bağlılığı ve güveni ile bu zor işi tek başına başarabilmiştir.
Hz. Meryem artan doğum sancıları içerisindeyken, Allah ona vahiy ile yardım etmiştir. Rabbimiz bu zor durumda yapması gereken herşeyi ona bildirerek en kolay şekilde ve en iyi şartlar altında doğumunu gerçekleştirmesini sağlamıştır. Bu da, Hz. Meryem'e Allah Katından verilmiş büyük bir nimettir.
Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."
Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır.
Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.
Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah) a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım." (Meryem Suresi, 23-26)
Hz. İsa'nın Beşikte İken Konuşması
Irzını koruyan (Meryem); Biz ona Kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. (Enbiya Suresi, 91)
Allah'ın Hz. Meryem'in kavmine deneme kıldığı olaylardan birisi, Hz. İsa'nın doğumudur. Allah'ın, insanların alışık olmadığı bir şekilde gerçekleştirdiği bu doğum, hem kavmi için, hem de Hz. Meryem için bir imtihan konusu olmuştur. Gerçekte Hz. İsa'nın dünyaya geliş şekli, Allah'ın insanları imana çağırmak için onlara gösterdiği bir mucizedir ve Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir. Ancak kavmi bu durumu anlayamamış ve Hz. Meryem hakkında gerçek dışı bazı zanlarda bulunmuşlardır. Bu konu Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın utanmaz (bir kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28)
Yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi Hz. Meryem, daha önce çekilmiş olduğu ıssız bölgeden Hz. İsa ile birlikte kavminin yanına geldiğinde, kendisine hiçbir açıklama yapma fırsatı verilmemişti. Kavim, sadece zan ve tahmin üzerine Hz. Meryem'e karşı birtakım çirkin iftiralarda bulundu. Oysa bu iftiralarda bulunan kavmin bireyleri, Hz. Meryem'i doğduğu günden beri tanıyor ve hem onun, hem de İmran ailesinin ne kadar Allah'a bağlı ve dindar insanlar olduklarını çok iyi biliyorlardı.

Hz. Meryem ise gerçekte bu iftiralar ile deneniyordu. Allah'a gönülden bağlı ve iffetine son derece düşkün bir insanın asla Allah'ın sınırlarını çiğnemeyeceği açıktır. Ancak bu titizliğine rağmen kendisine çirkin iftiralar atılması, onun için Allah'ın yarattığı bir imtihandı. Allah doğduğu andan itibaren ona her zaman, her işinde yardım etmiş ve her işini hayra çıkarmıştı. Hz. Meryem ise her işin Allah'ın iradesinde olduğunu hiç unutmaması gerektiğini ve bu asılsız iftiralardan onu yine Allah'ın kurtarıp temize çıkaracağını biliyordu.

Nitekim Allah bu işinde de Hz. Meryem'e bir kolaylık sağlamış ve ona "konuşmama orucu" tutmasını vahyetmişti. Kavmi kendisi ile konuşmak istediğinde Allah, Hz. Meryem'e susmasını ve kendisine yanaşıp suçlamalarda bulunanlara, Hz. İsa'yı işaret etmesini bildirdi. Böylece Hz. Meryem, Allah'tan bir kolaylık olarak kendisine sıkıntı verilmesine sebep olabilecek bir konuşmadan uzak tutulmuş oluyordu. Kavminden gelen soruları en doğru şekilde cevaplayabilecek olan kişi Hz. İsa'ydı. Allah, Hz. Meryem'e Hz. İsa'nın doğumunu müjdelediği zaman, onun henüz beşikteki bir bebekken dahi konuşacağını da bildirmişti:
Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 46)
Allah bu şekilde Hz. Meryem'in işini çok kolaylaştırmış ve kavminin beklediği en doğru açıklamayı da Hz. İsa'nın ağzından yaptırmıştı. Allah'ın böyle bir mucize ortamı yaratmasıyla, kavminin Hz. Meryem'e karşı kurduğu tuzak da bozulmuş oluyordu. Bu olay Kuran'da şöyle haber verilir:
Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir; doğduğum gün öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 29-33)
Kuşkusuz, beşikteki bir çocuğun kusursuzca konuşabilmesi çok büyük bir mucizedir. Üstelik Hz. İsa'nın doğar doğmaz, bir çocuğun asla bilemeyeceği bilgileri biliyor olması da hayranlık uyandırıcıdır. Bu durum İsrailoğulları'na Allah Katından mucizevi bir gerçekle karşı karşıya olduklarını açıkça kanıtlamıştır. Tüm bu mucizevi olaylar, henüz beşikteki bu mübarek çocuğun kesin olarak Allah'ın elçisi olduğunu ortaya koymuştur.

İşte Allah, Kendisi'ne yönelip karşılaştığı her olayı tevekkülle karşılamış olması nedeniyle Hz. Meryem'e rahmet etmiştir. Tüm kavmi hayrete düşürecek büyük bir mucize göstererek, kavminin ona atmaya kalkıştığı iftiralara kesin bir karşılık vermiştir. Ancak Allah, kendilerine gösterilen bu mucizevi olaya rağmen, hala Hz. Meryem'e iftirada bulunmayı sürdürenlere de büyük bir azap olduğunu bildirmiştir:
(Bir de) İnkâra sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri... (Nisa Suresi, 156)
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.)... (Nisa Suresi, 157)
Hz. İsa'nın Gösterdiği Mucizeler

Allah'ın Hz. İsa'ya lütfettiği mucizelerinden ilki, onun bilinen sebepler dışında babasız olarak dünyaya gelmiş olması, daha sonra ise beşikte konuşarak peygamberliğini bildirmesidir. Aslında bu iki mucize, Allah'ın Hz. İsa'yı seçmiş olduğunu gösteren delillerdendir. Beşikteki bir bebeğin, iman etmiş olarak doğması ve doğar doğmaz çok akılcı bir mantık örgüsüyle konuşabilmesi, ancak Allah'tan bir mucize ile mümkündür:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110)
Hz. İsa'nın Allah'ın dilemesiyle gösterdiği diğer mucizeler ise ayette şu şekilde haber verilmektedir:
İsrailoğullarına elçi kılacak. (O İsrailoğullarına şöyle diyecek:) "Gerçek şu ben size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur içine üfürürüm o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." (Al-i İmran Suresi, 49)
Şu ana kadar bahsedilen tüm bu mucizelere rağmen kavmin bir bölümü inkarlarını sürdürmüşlerdir. Hz. İsa'nın yaptıklarının 'ustaca büyüler'den (Saff Suresi, 6) başka bir şey olmadığı iftirasında bulunarak, onu sihirbazlıkla itham etmeye kalkışmışlardır.

Hz. İsa'nın Dini Tebliğ Etmesi ve Karşılaştığı Zorluklar

Hz. İsa'nın gönderildiği dönem, İsrailoğulları'nın hem siyasi, hem ekonomik, hem de sosyal açıdan büyük açmaz içerisinde oldukları bir dönemdi. Bir yandan yaşadıkları ülkenin acımasız yönetimi, bir yandan da çeşitli inanç ve mezhep ayrılıkları. Böylesine zor bir kargaşa ortamında insanlar, her dönemde olduğu gibi bir kurtuluş yolu bulmaya çalışıyorlardı.
Toplumun içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmasına vesile olacak kutlu kişi, Hz. İsa'ydı. Allah, O'nu ve annesi Hz. Meryem'i İsrailoğulları'na tanıtmak için, Hz. İsa'yı henüz beşikte iken konuşturmuş ve böylece beklenen peygamberin geldiğini tüm İsrailoğulları'na duyurmuştu. Kavmin bir kısmı Hz. İsa'nın gönderilmiş elçi olduğunu anlayıp, ona iman etti.
Ancak elbette Hz. İsa'ya tepki gösterenler de vardı. Kendi dönemindeki inkarcı sistemin savunucuları, onu din ahlakına uygun olmayan düzenleri için tehlikeli görüyorlardı. Bu nedenle, Hz. İsa'nın varlığını duyar duymaz harekete geçmiş ve kendilerince onu engellemek için planlar yapmışlardı. Bu girişimleri daha en başından, başarısızlıkla sonuçlanmıştır, ancak bu amacı gerçekleştirmekten vazgeçmemişlerdir.

Ne var ki, Hz. İsa'ya tepki gösterenler sadece inkarcılarla sınırlı kalmamıştır. O dönemin Yahudi din adamlarının bazıları, Hz. İsa dini tebliğ etmeye başladıktan sonra çeşitli nedenlerden dolayı ona cephe almışlardır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi ise, Hz. İsa'nın onları dinin aslını yaşamaya çağırmasıdır. Nitekim, Hz. İsa tebliğine başlar başlamaz, kendisini, dinlerini ortadan kaldırmaya çalışmakla suçlamışlardır. Oysa Hz. İsa'nın asıl fikri mücadele içinde olduğu, Yahudi ruhban sınıfı içinden bir grubun dine sonradan dahil ettiği sahte hükümlerdir. İsrailoğulları'nın bazıları, kendilerine haram kılınan bazı şeyleri helal, helal kılınan bazı şeyleri de haram kılarak, hak dinlerini değiştirmişlerdi. Ve Allah, dine dahil ettikleri bu hükümleri temizleyip, dinlerini arındırması için, peygamber olarak onlara Hz. İsa'yı göndermişti. O da kavmini Tevrat'ın aslını doğrulayan İncil'e uymaya çağırmıştır.
Allah, bu konuyu, Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. (Al-i İmran Suresi, 50)
Allah, bir başka ayette, Hz. İsa'ya vahyedilen İncil'in, kendisinden önce indirilen Tevrat'ı doğrulayan ve inanan insanlar için bir yol gösterici, doğruyu yanlıştan ayırmalarını sağlayacak bir kitap olduğunu da belirtmiştir:
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)
Yahudilerin bir kısmı Hz. İsa'nın tebliğini yadırgıyorlardı. Oysa Hz. İsa, onları Allah'ın birliğine, samimiyete, kardeşliğe ve dürüstlüğe çağırıyordu. Batıl inanışlardan ve uygulamalardan uzaklaşmalarını söylüyordu.
Kuran'da Hz. İsa'nın kavmine yaptığı tebliğ şöyle bildirilmiştir:
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara. (Zuhruf Suresi, 63-65)
Hz. İsa'nın samimi ve hikmetli tebliği, halkın büyük ilgisini çekti ve onu dinleyenlerin sayısı da gün geçtikçe arttı.

Bazı Yahudilerin Hz. İsa'yı Öldürdüklerini İddia Etmeleri

Romalıların Hz. İsa'yı çarmıha gererek öldürdükleri iddiasını, şüphesiz bilmeyen yoktur. İddiaya göre, Hz. İsa'yı tutuklayan Romalılar ve bazı Yahudi din adamları onu çarmıha germişler ve böylelikle onu öldürmüşlerdir. Nitekim, tüm Hıristiyan alemi de olayı bu şekilde kabul etmekte, fakat Hz. İsa'nın öldükten sonra dirilerek göğe yükseldiğine inanmaktadır. Ancak Kuran ayetlerinde bu bilginin doğru olmadığı, Hz. İsa'nın ölmediği ve öldürülmediği bildirilmektedir:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). (Nisa Suresi, 157)
Aynı ayetin devamında Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi şu şekilde haber verilmektedir:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Ayetlerde bildirilen gerçek açıktır. Bazı Yahudilerin kışkırtmalarıyla Hz. İsa'yı öldürmeye kalkışan Romalılar, bunda başarılı olamamışlardır. Ayette geçen "ama onlara (onun) benzeri gösterildi" ifadesi bu gerçeği bir kez daha teyid etmektedir. Hz.İsa öldürülmemiş ve Allah Katına yükseltilmiştir. Ayrıca Allah, bu iddiada bulunanların gerçeğe dair bir bilgileri olmadığını da haber vermektedir.

Allah İnkar Edenlerin Hz. İsa'ya      
Kurdukları Tuzağı Boşa Çıkarmıştır

Bazı Yahudilerin ve Romalı putperestlerin Hz. İsa'yı öldürmek için kurdukları plan, tarihin farklı dönemlerinde inkarcıların pek çok peygambere karşı kurdukları tuzaklardan biridir. Allah Kuran'da, inkarcıların ne zaman kendilerine bir peygamber gelse ve onları gerçek din ahlakını yaşamaya davet etse, muhakkak ona karşı çeşitli tuzaklar kurduklarını ve hatta onu öldürmeye kalkıştıklarını haber vermiştir.
Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? (Bakara Suresi, 87)
Hz. İbrahim'i ateşe atan, ordularıyla birlikte Hz. Musa'yı takip eden, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i bir gece baskınıyla öldürmeye kalkışan, Hz. Yusuf'u kuyuya terk eden, sadece "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için müminleri yurtlarından sürmeye kalkışanlar, farklı dönemlerde yaşamış olmakla birlikte benzer düşünce yapısına sahip olan insanlardır. Hepsi, Allah'a ve elçilerine başkaldırmaya kalkışmış, Allah'ın emrettiği din ahlakına karşı gelmiş, ahirette yaptıklarının hesabını vereceklerini göz ardı etmişlerdir. Peygamberlerin, kendilerine Allah'ın kulu olduklarını hatırlatmalarına, onları fedakar olmaya, sadaka vermeye, Allah rızası için iyilikte bulunmaya, adil olmaya, tevazulu olmaya davet etmeleri öfke duymalarına ve Allah Katında seçkin ve tertemiz olan elçiler aleyhinde tuzaklar kurmalarına neden olmuştur. İnkarcıların bu zihniyeti bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:

... Onlara elçiler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir elçi geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler. (Maide Suresi, 70)

Benzer bir şekilde Mekkeli müşriklerin de Hz. Muhammed (sav)'i yurdundan çıkarmak ve öldürmek için tuzaklar tasarladıkları Kuran'da bildirilmiştir. Rabbimiz, inkarcılar bu tuzağı kurarken Kendisi'nin de onlara bir tuzak kurduğunu haber vermiştir. Hiç kuşku yok, tuzak kuranların en üstünü Yüce Allah'tır. 
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Daha önce de belirttiğimiz gibi inkar edenler Hz. İsa'yı da öldürmeye kalkışmışlardır. Kendilerince çok kapsamlı bir plan yapmış ve Hz. İsa'yı ele geçirerek öldüreceklerini düşünmüşlerdir. Tarihi ve İslami kaynaklarda yer alan bilgilere göre, bazı müşrik Yahudiler, Romalıları Hz. İsa aleyhinde kışkırtabilmek için, Hz. İsa hakkında pek çok yalan ve iftira ortaya atmışlardır. Böylece Romalıların Hz. İsa'nın öldürülmesi için harekete geçmesini hedeflemişlerdir. Yahudilerden bazılarının Hz. İsa aleyhinde düzen kurdukları Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:
Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 52-54)
Allah onların tuzaklarını hiç ummadıkları bir şekilde tersine çevirmiştir. Hz. İsa'yı hiçbir şekilde öldürememişler, ancak bu konuda onlara bir benzetilme yapılmıştır. Rabbimiz bu seçkin kulunu, inkar edenlerin tuzaklarından koruyup kurtarmıştır. Hz. İsa ölmemiştir ve Allah Katında diridir. Allah'ın, Kuran'da Hz. İsa'ya kurulan tuzakların bozulduğunu bildirmiş olması da, Hz. İsa'nın Allah Katında diri olduğunun önemli delillerinden biridir. Eğer Hz. İsa bazı kimselerin iddia ettiği gibi ölmüş olsaydı (ki bu doğru değildir), o takdirde bu, inkar edenlerin kurdukları tuzakla hedeflerine ulaşmış oldukları anlamına gelirdi. Zira bu tuzağın ana hedefi Hz. İsa'nın öldürülmesidir. Ancak Allah, Hz. İsa'ya kurulacak olan bu tuzağı bozacağını bildirmiş ve "... Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) ayetinin bir tecellisi olarak, inkar edenlerin Hz. İsa'yı öldürmelerine izin vermemiştir. Kuran'ın pek çok ayetinde, inkar edenlerin tuzaklarının hiçbir şekilde başarıya ulaşamayacağı, bu tuzakların yerle bir edilmesinin Allah'ın sünnetinin bir gereği olduğu haber verilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
… Gerçekten Allah, kafirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır. (Enfal Suresi, 18)
Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) 'o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez. (Hac Suresi, 38)
Doğrusu onlar, hileli bir düzen planlayıp kuruyorlar; Ben de bir düzen kurup hazırlıyorum. Sen kafirlere bir mühlet ver, az bir süre tanı. (Tarık Suresi, 15-17)
Onlardan öncekiler, hileli-düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azap emri) onların kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü; azap onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti. (Nahl Suresi, 26)
Kuran'da Peygamberlerin Ölümü Nasıl Anlatılıyor?

Kuran'da peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı kıssalarda geçen kelimelerle, Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesinin anlatıldığı ayetlerin incelenmesi, önemli bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Bu bölümde Hz. İsa kıssasında geçen ve diğer peygamberlerin ölümlerini ifade eden kelimelerin Arapça karşılıklarını ve Kuran ayetlerinde ne şekilde kullanıldıklarını inceleyeceğiz. Kuran'da peygamberlerin ölmesi veya öldürülmesiyle ilgili olarak kullanılan kelimeler ileride daha detaylı göreceğimiz gibi "katele (öldürmek), mate (ölmek), haleke (helak olmak), salebe (asmak)" ya da birkaç özel kelimedir. Oysa Hz. İsa için, Kuran'da çok açık bir ifadeyle, "Onu öldürmediler (ma katelehu) ve asmadılar (ma salebuhu)" ifadesi kullanılarak hiçbir öldürme şekliyle öldürülmediği vurgulanmaktadır. İnkar edenlere, Hz. İsa'nın bir benzerinin gösterildiği ve onun Allah Katına yükseltildiği bildirilmektedir. Al-i İmran Suresi'nde ise Hz. İsa'yı Allah'ın vefat ettireceği ve onu Kendi Katına yükselteceği bildirilmiştir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..." (Al-i İmran Suresi, 55)
Kuran'da ölüm anlamı içeren kelimelerin ve Al-i İmran Suresi'nde geçen "vefat ettirme" kelimesinin kullanım şekilleri şöyledir:

1) TEVEFFA: VEFAT ETTİRME

Ayette geçen "vefat" kelimesinin karşılığı Türkçe'de kullanılan ölme anlamından farklı anlamlara gelmektedir. Ayetlerin Arapça karşılıklarının incelenmesi, Hz. İsa'nın bildiğimiz manada ölmediğini açıkça ortaya koyar. Maide Suresi'nin 117. ayetinde ölüm olayı şu şekilde haber verilir:
"Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Beni vefat ettirdiğinde (teveffeyteni), üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen herşeyin üzerine şahid olansın."
Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde ise, Allah'ın Hz. İsa'yı "vefat ettireceği", inkarcılardan koruyacağı ve onu Kendi Katına yükselteceği haber verilmektedir. Ayetin tefsirinden çıkan mana, -pek çok İslam alimi ve müfessirinin ortak görüşüyle- Hz. İsa'nın ölmemiş olduğudur. Ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)
Bu ayetlerde geçen ve Türkçe meallerde öldürme ya da vefat ettirme olarak çevrilen kelime Arapça'da "vefea" kökünden türemiş olan "teveffa" fiilidir ve bu fiil ölüm manasına değil, "canın alınması" manasına gelmektedir. Nitekim Arapça tefsirlerde de ölüm manasında kullanılmaz. İslam alimi Kurtubi'nin tefsiri bunun örneklerinden biridir. Kurtubi tefsirinde söz konusu kelime için "nefislerin ele alınması" tabiri kullanılmıştır. Nitekim insanın canının alınmasının her zaman ölüm anlamına gelmediği yine Kuran'da bize bildirilmektedir. Örneğin "teveffa" kelimesinin geçtiği bir ayette insanın ölümünden değil, uykuda canının alınmasından bahsedilmektedir:
Sizi geceleyin vefat ettiren (yeteveffakum) ve gündüzün "güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur... (Enam Suresi, 60)
Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelime ile, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan kelime aynıdır, yani her iki ayette de "teveffa" kelimesi geçmektedir. İnsanın, gece içinde bulunduğu durum ölüm olmadığına göre yukarıdaki ayette kullanılan "yeteveffakum" kelimesinin ölümü kastetmediği, doğru tercümenin "geceleyin canlarınızı alan" şeklinde olması gerektiği açıktır. Aşağıdaki ayette ise aynı kelime şu şekilde kullanılmaktadır:
Allah, ölecekleri (mevt) zaman canlarını alır (yeteveffa); ölmeyeni de uykusunda (canını alır) (lem temut). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı (el mevte) verilmiş olanı tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir... (Zümer Suresi, 42)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah uyuyan insanın canını almaktadır, ama hakkında ölüm kararı verilmemiş olanı eceli gelinceye kadar tekrar salıvermektedir. Bu haliyle insan bildiğimiz manada ölmüş olmaz. Yalnızca geçici bir süre için ruhu bedeninden ayrılmış farklı bir boyuta girmiş olur. Uyanacağı zaman ise tekrar ruhu bedenine iade edilir.
Uykunun bir tür vefat olarak değerlendirildiğini, ancak bununla biyolojik ölümün kast edilmediğini gösteren örneklerden biri de Peygamber Efendimiz (sav)'in uykusundan kalktığı zaman "Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun" (Buhari, Kitabu'd Deavat 6312) dediğini bildiren hadis-i şeriftir. Hiç şüphesiz, Hz. Muhammed (sav) bu hikmetli sözüyle, uyunduğu zaman biyojik manada ölüm gerçekleştiğine değil, uyuyan insanın bizim anladığımızdan farklı bir anlamda "canının alındığına" dikkat çekmiştir. Ünlü İslam alimi ve müfessir İbn Kesir de, Al-i İmran Suresi'nin tefsirini yaparken, diğer pek çok delil ile birlikte söz konusu hadis-i şerifi kullanmıştır. İbn Kesir'in tefsirinde, "teveffa" kelimesinin uykuya işaret ettiği, aynı kelimenin diğer ayetlerde ne şekilde yer aldığı gösterilerek açıklanır. Bu açıklamaların ardından, İbn Kesir, İbn Ebu Hatim'den rivayet edilen bir hadisi de kullanarak kanaatini şöyle ifade eder:
İbn Ebu Hatim diyor ki; "Bize babam... Hasan'dan rivayet etti ki, o, 'Seni vefat ettireceğim..." ayeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: Burası, 'Seni uyku ölümü ile öldüreceğim, yani uyutacağım' anlamındadır ki, Allah Teala Hz. İsa'yı uykuda iken göğe kaldırmıştır... Cenab-ı Hak, Hz. İsa'yı şüphe götürmeyen bir gerçek olarak, uyku ile vefat ettirdikten sonra göğe çekmiş ve o dönemde kendisine eziyet eden Yahudilerin eziyetlerinden kurtarmıştır. (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l Azim, Cilt I, s. 573-576)
İslam alimlerinden Muhammed Zahid el-Kevseri ise, "teveffa" fiilinin anlamını incelerken, ayette bu fiilin ölüm manası taşımadığını ifade etmiş ve Zümer Suresi'nin 42. ayetinde geçen "mevt" kelimesine dikkat çekmiştir:
Eğer Hz. İsa ölmüş olsaydı (ki bu doğru değildir), "Allah ölüm vakti gelen nefisleri vefat ettirir." (Zümer Suresi, 42) mealindeki ayette yer alan ve ölüm anlamına gelen "mevt" kelimesi bildirilmezdi... Şayet iddia edildiği gibi Allah-u Teala adi ölümü (biyolojik anlamda ölümü) bildirmiş olsaydı, bu açıkça haber verilirdi. Madem ki Allah, Yahudilerin Hz. İsa'yı öldürmediğinden, vefattan ve göğe yükselmekten bahsetmektedir, o halde burada normal ölümün dışında bir mana düşünülmelidir. (Zahid Kevseri, Nazratün Abire fi Mezaimi men Yünkiru Nüzule İsa kable'l-Ahire, Mısır, 1980, s. 34-37)
İslam tarihinin ilk müfessirlerinden biri olarak kabul edilen Maturidi de, ayette Hz. İsa'nın bilinen biyolojik anlamda ölümünden bahsedilmediğini ifade etmiştir:
Ayette kast edilen şey, ölüm anlamındaki vefat değil, bedenin dünyadan alınması anlamındaki vefattır. (Maturidi, Tev'vilatü'l Kurani'l Metaun, Beyrut, s. 67)
İslam alimleri, teveffa fiilini yorumlarken Hz. İsa'nın ölmediği, Allah Katına yükseltildiği ve kıyametten önce yeryüzüne tekrar döneceği konusunda ittifak sağlamışlardır. Örneğin, ünlü tefsir alimi Taberi, bu fiilin "yerden almak" manasında kullanıldığını ifade eder ve ayeti şu şekilde açıklar:
Bize göre en sıhhatli görüş bu kelimeyi "kabzetmek", "yerden çekmek" manasında almaktır. Buna göre ayetin anlamı; "seni yerden alıp, göklere çekerim" şeklinde olur. Ayetin devamı da, ahir zamanda inkarcılara karşı olan galibiyete dikkat çekmekle bu fikri teyid eder mahiyettedir. (Taberi Tefsiri, Cilt III, 290-1)
Elmalılı Hamdi Yazır ise, tefsirinde bu ayetten anlaşılan anlamın, 'Hz. İsa'nın ölmediği, Allah Katında diri olduğu' şeklinde bildirir:
... Bizce bu tefsir ve inancın özeti şu demek olur: Allah'tan bir kelime olan ve Ruhu'l-Kudüs ile teyid edilmiş bulunan Mesih İsa'nın ruhu henüz kabzedilmemiştir. Ruhunun eceli gelmemiştir. Kelime daha Allah'a dönmemiştir. Onun daha dünyada göreceği işler vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Din Kuran Dili, Cilt II, s. 1112-1113)
Sonuç olarak Hz. İsa'nın uykudakine benzer bir duruma sokularak Allah Katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz ölüm olmadığını, sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz. (Doğrusunu Allah bilir.)

2) KATELE: ÖLDÜRMEK

Kuran'da ölüm konusu anlatılırken genelde kullanılan kelime Arapça'da "öldürmek" anlamına gelen "katele" kelimesidir. Mümin Suresi'nde "katele" kelimesi şu şekilde kullanılmaktadır:
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim (aktul) de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın... (Mümin Suresi, 26)
Ayette geçen "Musa'yı öldüreyim" ifadesinin Arapçası "aktul Musa" şeklindedir. Bu kelime katele fiilinden türemiştir. Bir diğer ayette ise aynı kelime şu şekilde kullanılmaktadır:
... Peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi (yaktulune)... (Bakara Suresi, 61)
Ayette geçen "öldürmelerindendi" kelimesinin Arapçası "yaktulune" şeklindedir ve yine aynı şekilde katele kelimesinden türemiştir. Ve çeviride de açıkça ifade edildiği gibi "öldürmek" anlamına gelmektedir.
Aşağıda peygamberlerin ölümünü açıklayan bazı ayetlerde "katele" fiilinin ne şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Parantez içinde anlamları bildirilen tüm kelimelerin fiil kökleri KATELE'dir:
... Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini (katlehum) yazacağız... (Al-i İmran Suresi, 181)
... Büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? (taktulune) (Bakara Suresi, 87)
... De ki: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz? (taktulune)" (Bakara Suresi, 91)
Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler (yaktulune) ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler (yaktulune);... (Al-i İmran Suresi, 21)
... Eğer, siz doğru idiyseniz, o halde onları ne diye öldürdünüz (kateltumuhum)? (Al-i İmran Suresi, 183)
... Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim"... (Le aktulenneke) (Maide Suresi, 27)
Eğer beni öldürmek (taktuleni) için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek (aktuleke) için elimi sana uzatacak değilim... (Maide Suresi, 28)
Öldürün (uktulu) Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın... (Yusuf Suresi, 9)
Firavun'un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin... (la taktulu)" (Kasas Suresi, 9)
"Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek (li yaktulu) konusunda aralarında görüşmektedirler..." (Kasas Suresi, 20)
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün (uktuluhu) ya da yakın" demek oldu... (Ankebut Suresi, 24)
3) HALEKE: ÖLMEK

Kuran'da öldürme fiili için kullanılan bir diğer kelime ise "haleke" fiilidir. Haleke kelimesi ayetlerde "helak olmak, ölmek" anlamlarında kullanılmaktadır. Örneğin Mümin Suresi'nin 34. ayetinde şu şekilde geçmektedir:
... Sonunda o, vefat edince, (haleke) demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez... (Mümin Suresi, 34)
Ayette, Türkçeye "vefat edince" olarak çevrilen ifadenin Arapçası "iza heleke" şeklindedir ve bu kelimenin anlamı da ölmektir.

4) MATE: ÖLÜM

Kuran'da peygamberlerin ölümüyle ilgili olarak kullanılan bir diğer kelime ise "mate" kelimesidir. Mate kelimesi ayetlerde "ölmek" anlamında kullanılmaktadır. Sebe Suresi'nde Hz. Süleyman ile ilgili olarak şöyle bildirilmektedir:
Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne (el mevte) karar verdiğimiz zaman, ölümünü (mevtihi), onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi... (Sebe Suresi, 14)
Aynı kökenden gelen bir diğer kullanım ise Hz. Yahya'ya yönelik olarak kullanılmaktadır:
... Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün (yemutu) ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de. (Meryem Suresi, 15)
Bu ayette "öleceği" şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası "Yemutu" kelimesidir. Aynı kelime Hz. Yakub'un ölümü ile ilgili ayetlerde de geçmektedir:
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında (el mevte) orada şahidler miydiniz?.. (Bakara Suresi, 133)
Bu ayette geçen "el mevte" kelimesi de yine aynı kökten gelmekte ve ölüm anlamı taşımaktadır.
Hz. Muhammed (sav) ile ilgili bir ayette ise "katele" ve "mate" fiilleri aynı anda kullanılmaktadır:
Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse (mate) ya da öldürülürse (kutile), siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?... (Al-i İmran Suresi, 144)
Mate (ölmek) kökünden gelen mevt kelimesi, yine peygamber ölümlerinin anlatıldığı başka ayetlerde de geçmektedir:
... Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de (mittu), hafızalardan silinip unutuluverseydim." (Meryem Suresi, 23)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü (el hulde) vermedik; şimdi sen ölürsen (mitte) onlar ölümsüz mü kalacaklar? (Enbiya Suresi, 34)
"Beni öldürecek (yumituni), sonra diriltecek olan da O'dur." (Şuara Suresi, 81)
5) HALİD: ÖLÜMSÜZ

Ayetlerde yer alıp, doğrudan ölmek ya da öldürmek fiilini değil, ancak ölümsüzlüğü ifade eden bir başka kelime ise "halid" kelimesidir. Halid kelimesinin anlamı kalıcı olmak, bekası devam etmek şeklindedir. Enbiya Suresi'nde "halid" kelimesi şu şekilde kullanılmıştır:
Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz (halidiyne) değillerdi. (Enbiya Suresi, 8)
6) SALEBE: ASMAK

Kuran'da peygamberlerin ölümleri anlatılırken kullanılan kelimelerden biri de salebe (asmak) fiilidir. Salebe fiili "asmak, çarmıha germek ve idam etmek" gibi anlamlara gelmektedir. Bu fiil ayetlerde şu şekilde kullanılmaktadır:
... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar (ma salebu) ... (Nisa Suresi, 157)
... Biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak (yuslebi)... (Yusuf Suresi, 41)
... Ancak öldürülmeleri, asılmaları (yusallebu)... (Maide Suresi, 33)
Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim (usallibennekum) (Araf Suresi, 124)
... Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma ağaçlarına asacağım (usallibennekum)... (Taha Suresi, 71)
... Ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asacağım (usallibennekum). (Şuara Suresi, 49)
Ayetlerde de görüldüğü gibi diğer peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı ayetlerde çok farklı kelimeler kullanılmaktadır. Allah Kuran ayetlerinde Hz. İsa'nın öldürülmediğini, insanlara onun bir benzerinin gösterildiğini, onu Kendi Katına yükselttiğini bildirmiştir. Hz. İsa için "canını almak" anlamına gelen "teveffa" fiili kullanılırken, diğer peygamberler için normal ölümü ifade eden katele ya da mevt gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu bilgiler ise bize Hz. İsa'nın durumunun olağanüstülüğünü bir kez daha göstermektedir.

Allah Hz. İsa'yı Kendi Katına Yükseltmiştir

Hz. İsa'nın ölmemiş ve öldürülmemiş olduğunun önemli delillerinden biri de, Rabbimiz'in Hz. İsa'yı Kendisi'ne yükselttiğini bildirmiş olmasıdır. Ayetlerde bu gerçek haber verilmektedir:
... seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran Suresi, 55)
... Bilakis (bel); Allah onu Kendine yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Allah Hz. İsa'yı Kendisi'ne yükselterek onu inkar edenlerin tuzaklarından korumuş ve kurtarmıştır. Ayetlerde "rafiuke" ve "refea" olarak geçen kelimenin Arapça kökeni "ref" kelimesidir. Ref kelimesinin sözlük anlamı "yükselmektir." İslam alimi Eşari, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini, Nisa Suresi'nin 158. ayeti ile birlikte açıklamış ve bu konudaki kanaatini şu şekilde ifade etmiştir: "Hz. İsa'nın diri olarak semaya ref edildiği (yükseltildiği) hakkında, ümmetin icmaı vardır." (Eşari, el-İbane an Usuli'd Diyane, thk. ve ta'l. Fevkıyye Hüseyin Mahmud, Kahire, 1986, II, s. 115) (icma-ı ümmet: aynı asırda yaşamış olan İslam alimlerinden müçtehid olanların, bir mesele hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.)
İslam alimlerinin büyük çoğunluğu bu ayetleri açıklarken, "Hz. İsa'nın ölmediği, Allah Katına yükseltildiği ve bu yükselmenin ruhu ve bedeni ile birlikte gerçekleştiği" hususunda hemfikirdirler. Bu alimlerden bazılarının görüşleri şöyledir:

Hasan Basri Çantay tefsirinde, "rafiuke" kelimesini "Kendisi'ne yükseltip kaldırmak" olarak tefsir etmiş ve "Allah Hz. İsa'yı ruhu ve bedeni ile birlikte yükseltip kaldırmıştır." şeklinde düşüncesini açıklamıştır. (Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meal-i Kerim, Cilt I, s. 92)

İbn Teymiyye'nin açıklaması ise şöyledir: "Allah onu Kendi Katına yükseltti... ayeti, Hz. İsa'nın ruhu ve vücuduyla yükseltildiğini açıklamaktadır..." (İbn Teymiyye, Mecnuu Fetava, IV, s. 323)

Zahid Kevseri ise, Kuran'da Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi konusunun itiraz edilemeyecek kadar açık ve net olduğunu ifade etmektedir. Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini ve Nisa Suresi'nin 157-158. ayetlerini delil olarak gösteren Kevseri, bu ayetlerde Hz. İsa'nın refi'nin nass (Nass: Kesinlik, açıklık. Kuran-ı Kerim'de veya hadis-i şeriflerde bir iş veya konu hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelam ve ayet) hükmünde olduğunu söylemekte ve konuyu şöyle açıklamaktadır:
Çünkü ref'in asıl anlamı aşağıdan yukarıya doğru nakildir. Burada ayetleri mecaz anlamıyla açıklayabilecek bir husus yoktur. Dolayısıyla şeref ve makam bakımından yükseltme gibi bir manayı çıkarmaya çalışmanın bir delili bulunmamaktadır. (Zahid Kevseri, Nazratün Abire, s. 93)
Kuran ayetlerinden ve İslam alimlerinin yorumlarından açıkça görüldüğü üzere, Hz. İsa diri olarak, bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiştir. Bu, Allah'ın bir mucizesidir ve iman edenlerin büyük şevk ve heyecan duyacakları bir harikadır. Hz. İsa'nın sadece ruhunun Allah Katına yükseltildiği veya bu yükseltilme ile manevi (makam olarak) bir yükselişin kast edildiği iddiaları ise gerçeği yansıtmamaktadır. Yukarıda da bazı örnekleri verildiği gibi, pek çok İslam alimi bu iddiaların geçersizliğini eserlerinde ispatlamışlardır.

Hz. İsa'nın diri olarak Allah Katına yükseltilmiş olduğunun bir diğer önemli delili ise, Nisa Suresi'nin 158. ayetinde geçen Arapça "bel" edatıdır. Türkçede "bilakis" anlamında tercüme edilen bu edatın, Arapça dilbilgisindeki anlamı ve kullanım özellikleri çok önemli bir gerçeğe dikkat çekmektedir. Buna göre, bel edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kurallarına göre kendinden sonra gelen cümle, bir önceki cümlenin tam zıddı olmalıdır. Bu durumda Hz. İsa ilgili bildirilen ayette de, "... Onu öldürmediler, bilakis (bel) Allah onu Kendine yükseltti..." ifadesinde ölümün tam tersi olan canlılığa işaret ediliyor olması muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.) Konuyla ilgili olarak, son dönem İslam alimlerinden Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de şu yorumda bulunmaktadır:

Nisa Suresi 158. ayette geçen ve bilakis (aksine) şeklinde tercüme ettiğimiz, 'bel' edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kaidesine göre kendinden sonraki cümle, kendinden önceki cümlenin tamamen zıddı olması gerekir. Ölümün karşıtı canlılıktır. Dilbilgisi kuralları bunu gerektirmektedir. Şayet biz "burada manevi ref söz konusudur" ve "Hz. İsa normal olarak vefat etmiştir" desek bu kaideye ters düşmüş oluruz. Zira bu takdirde bel edatından sonra gelen ref, edattan önce gelen aynı zamanda olumsuz bir cümle olan öldürme ve asma fiillerine ters olmaz. Çünkü bir şahıs hem öldürülmüş hem de ruhu göğe yükselmiş olabilir. Aksi halde bu tabir anlamsız olur ki, Kuran-ı Kerim böyle manasız ifadelerden münezzehtir... Ref'in yalnız ruhen olduğunu savunanların tevillerine göre ayetin meali şöyledir: "Onu öldürmediler ve asmadılar... bilakis Allah onun derecesini yükseltti." Burada icaz (özlü söz) şöyle dursun, orta dereceli bir belagat (güzel söz söyleme sanatı) dahi yoktur... "Apartmanın asansörü beni hergün oturduğum dördüncü kata çıkarır" denildiğinde hiçbir akıllı insan bu sözden beni sadece ruhen dördüncü kata çıkarır şeklinde bir manayı anlamaz. O halde Hz. İsa da sadece ruhen yükseltilmemiştir. (Mustafa Sabri, Mevkıfu'l Akl, s. 233)

Said Ramazan el-Buti'nin İslam Akaidi adlı eserinde ise aynı konu şu şekilde açıklanmıştır:
Ayetin önceki bölümü ile sonraki bölümleri arasındaki karşılıklı uygunluk, zorunlu olarak bir hakikati ortaya koymaktadır. Mesela, Arap bir adamın "Ben aç değilim, aksine yan yatıyorum." demesi doğru bir cümle değildir. Aynı şekilde, "Halid ölmedi, aksine o iyi bir adamdır" cümlesi de öğeleri bakımından kopuktur. Düzgün olanı ise, "Halid ölmedi, aksine yaşıyor" biçiminde gelir. "Başkan öldürülmedi, o Allah Katında derecesi üstün olan bir adamdır" demek, cümlede anlam kopukluğu meydana getirir. Çünkü onun Allah Katında yüksek derece sahibi olması, öldürülmesine engel değildir. 'Bel' edatı, önceki söz ile sonraki söz arasında bir aykırılık ifade eder. Yani 'bel' kendisinden önce geçmiş bir hükmü iptal eder. (M. Said Ramazan el-Buti, Yaratıcının Varlığı ve Yaratılanın Görevi İslam Akaidi, Mavde Yayınları, İstanbul, 1996, s. 338)
Açıkça görüldüğü gibi, üstün güç ve kudret sahibi olan Allah, Hz. İsa'ya kurulan tuzağı, onu diri olarak Kendi Katına yükselterek bozmuştur. Tüm bu deliller bir kez daha göstermektedir ki, Hz. İsa Allah Katında diridir ve Rabbimiz'in takdir ettiği vakitte yeniden yeryüzüne gelecektir. (Doğrusunu Allah bilir.)

Allah'ın Hz. İsa'yı İnkar Edenlerden Temizlemesi 

Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi konusunda, ayetlerde haber verilen bilgilerden biri de; Allah'ın Hz. İsa'yı inkarcılardan temizleyeceğini haber vermiş olmasıdır. Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde şöyle buyrulmuştur:
... seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim (mutahhiruke) ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran Suresi, 55)
Ayetin Arapçasında geçen "mutahhiruke" kelimesinin kökü "tahara" kelimesidir ve sözlük anlamı; temiz olmaktır. İslam alimleri, ayette bildirilen bu ifadenin, Hz. İsa'nın diri olarak Allah Katına yükseltilmiş olduğunun delillerinden biri olduğunu kabul etmektedirler. İslam alimlerine göre ayetin tefsiri; "Seni alıyorum, Katıma yükseltiyorum ve seni kafir ve facirlerle kirlenmiş olan bu ortamdan uzaklaştırıyorum" şeklindedir.52 Buna göre  Allah'ın Hz. İsa'yı inkar edenlerden temizlemesi; Hz. İsa'yı öldürmek için kurulan tuzakların bozulması ve inkarcıların bu hedeflerine ulaşamamaları, yani Hz. İsa'nın diri olarak Allah Katına yükseltilmesi anlamına gelmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)

Ayrıca ayette bildirilen ifadeden, Hz. İsa'nın temizlenmesiyle bedenen ve inkar edenlerin bulunduğu ortamdan ayrılarak temizlenmesinin bildirildiği anlaşılmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.) Böylece bazı kimselerin öne sürdüğü, Hz. İsa'nın ölüp sadece ruhunun Allah Katına yükseltildiği iddiasının geçersizliği bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Hz. İsa'nın sadece ruhunun yükselmesi, ayette bildirilen temizlenmenin gerçekleşmemesi anlamına gelir. 

Ayette bildirildiği şekliyle bir temizlenme olabilmesi için Hz. İsa'nın ruhu ve bedeniyle birlikte inkarcıların bulunduğu ortamdan ayrılması gerekir. Ayrıca, ruhen yani manevi olarak bir temizlenme Hz. İsa gibi üstün ahlaklı, Allah Katında onurlu ve derin iman sahibi bir peygamber için söz konusu olamaz. Hz. İsa'nın üstün ahlakı Meryem Suresi'nin 33. ayetinde de şöyle haber verilmiştir;"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." Hz. İsa'nın ruhu, salih bir mümin olması ve Allah'ın elçisi olması sebebiyle, Allah'ın izniyle, tertemizdir. Ancak, içinde bulunduğu ortam müşriklerin ve inkarcıların çirkin ahlakları ve kötü davranışları nedeniyle temiz değildir. Nitekim bir ayette, Rabbimiz müşriklerin ahlaklarının kötülüğünden dolayı pis olduklarına işaret etmiştir:
Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar... (Tevbe Suresi, 28)
Dolayısıyla, Hz. İsa'nın inkar edenlerden temizlenmesi, kendisinin bedenen onların bulunduğu ortamdan ayrılması anlamına gelmektedir. Allah, Hz. İsa'yı inkar edenlerden ve onların kurdukları tuzaklardan temizleyip korumuştur. Bu da Rabbimiz'in Hz. İsa'yı Kendi Katına yükseltmesi ile gerçekleşmiştir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Mısırlı alim Halil Herras ise, ayette bildirilen "temizlenme" ifadesinin hikmeti ile ilgili olarak şöyle bir açıklama yapmaktadır: 
Hz. İsa'nın küfredenlerden temizlenmesi, onların bozguncu tuzaklarından kurtulmasıyla olur. Bu ise Hz. İsa'nın ölümü ve toprağa gömülmesiyle değil, diri olarak göğe yükseltilmesiyle gerçekleşebilir. Çünkü düşmanları, Hz. İsa'ya benzettikleri kişiye yaptıkları gibi, onun bedenine işkence uygulayabilirlerdi... (Halil Herras, Hz. İsa Gelecek mi?, Isparta, Ocak 2002, s. 66) 
Hz. İsa'nın inkar edenlerden temizlenmesi, Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde de ifade edildiği gibi, Hz. İsa'nın Allah Katına yükselmesiyle tecelli etmektedir: 
... Ve bu yükseltme ile o küfreden, kafirlerden seni temizleyeceğim, artık onlarla ilgin kalmayacak.... (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Din Kuran Dili, Cilt II, s. 1112-1113)